Sayfalar

26 Ekim 2009 Pazartesi

Sevgili Günlük- Mudurnu...


Cumartesi 15 kişilik bir grupla Mudurnu' ya gittik. Çoğu daha önce gitmiş ama ben ilk gidiyordum.


Küçük ilçeye girer girmez konaklar gözünüze çarpıyor. Fotoğraftaki bizim yemek yediğimiz konak. Başka bir konağın bahçesinde de kahvemizi içtik.

       Masalar, sandalyeler tarihi dokuya uygun olarak kendi haline bırakılmış, doğal görünümleriyle kullanılıyordu.

       Konaklarda konaklamak mümkün. Odalar aşağıdaki gibi. Eskinin gömme banyolarının içine klozet ve duş konularak banyo olayı da halledilmiş. Temiz görünüyordu ama çok konforlu olduğu söylenemz. Konağın alt katı ve bahçesi restaurant olarak kullanılıyor. Odalar üst katlarda. Üst katlara ayakkabılar çıkarılarak çıkılıyor. Yerler ahşap zemin üzerine halı döşeli.

       Ben böyle yerlere kalmak açısından, sadece karşıdan bakıp beğenmeyi tercih edenlerdenim. Biraz hijyen takıntım var. Ailecek hepimizde var aslında. Burada kalır mısınız? deseniz, ııh kalmam. Görünürde kötü birşey görmedim ama takıntılıyım malesef. Mesela sürahi yerine bakır ibriklerle yemekte su getiriyorlar. Ben içini göremediğim nesnelerden su içemiyorum. Testiden de içemem. Su da sanırım kuyu suyuydu kimse içemedi. Şişe su istedik. Kuyu suyunun ağır, yapışkan bir tadı var. Dişlerinize suyun yapıştığını hissediyorsunuz.

       Yemeklerinden dombay fasulyesi, kaşık sapı, ev baklavası, un helvası meşhurmuş. Ben kurufasulye sevmem. Fakat yiyenler beğendi. Kaşıksapı bana çok değişik gelmedi. Kulak deriz biz. Suyla yoğrulan hamurdan kare kare kesip ortasından büzeriz. Tereyağı, peynir ya da sarmısaklı yoğurtla yeriz. Ona benziyor. Farkı üzerine keş, ceviz ve tereyağı dökülmüş. Bolu eriştesi yiyenler bilir, erişte kaşık sapından daha lezzetli.

       Tatlı olarak baklava ve un helvası geldi. Baklava duble en ve boyda, çok tatlı değil, içi çok iyi pişmiş, kuru ve çok lezzetliydi. En çok onu sevdim. Un helvası sevmem ben. Yiyenler bayıldı.

       Oraların ekmeği meşhurdur. Konakta yöresel yemek yerken bildiğimiz beyaz ekmeğin servis yapılması hepimizi şaşırttı. Önden köy ekmeği ve tereyağ beklentimiz suya düştü.

       Pazarından bazıları fasulye, esmer pirinç aldılar. Yakın olduğumuz için buralara da getiriyorlar, taşımaya değmez diyerek, ben almadım.

       Sonuç itibarıyla Mudurnu' yu çok gelişmemiş, gelişmeye de pek niyeti olmayan bir yer olararak buldum-bulduk. Biz de çok büyük bir yerde oturmuyoruz ama bizim memlekete girince büyük şehire gelmiş kadar olduk hepimiz.

Konağın içinde her odanın kapısında bu tarzda tabelalar vardı. Elektrik anahtarları da çok ilginç ve şıktı.

Pazarını, çarşısını da gezdik. Küçücük biryer zaten. Otantik eşyalar satan biryerden masa örtüleri vs... aldık. Onları yıkadım. Daha sonraki postta gösteririm. Desenlerine bayıldım.

Bir de kumaşçıda tüm yaz boyu aradığım tülbent kumaşların çok çeşitlerini gördüm. Fakat çok pahalıydı. Bir de işçilik katınca hazırını almak daha mantıklı diyerek, almaktan vazgeçtim. Bir tuniklik kumaş yaklaşık 60 liraya geliyordu. Genel olarak Mudurnu esnafı bana biraz fazla uyanık geldi. Herşey normal fiyatının en az 2-3 kat üzerindeydi. Böyle bir yerde turist kazıklama mantığı bana çok normal gelmedi.

Mudurnu beni çok cezbetmedi açıkçası. Fakat grubumuz şenlikli ve yolculuğumuz güzeldi.

Giderken Sarot' a uğradık. Onu bir sonraki postta yazarım.

Mutlu haftalar...


3 yorum:

iffetin günlüğü dedi ki...

Her şeyi olduğu gibi yazmana sevindim.Her yerde her çeşit insan var mutlaka.Yapılan yanlışlar da yazılmalı ki bizde gözümüzü açalım. Ben de aynı yere gittiğimde hayal kırıklığı yaşamıyayım değil mi ama..Konyaya gelirseniz; orda bahsi geçen esnaftan burda da var dikkatli olun diyorum.Sabah gittiğim semt pazarında yine bir iki tokat yedim mesela.

sesiber dedi ki...

Aslında yazarken düşündüm, Mudurnulu olup alınan olur mu, diye. Genellemek istemiyorum ama gerçekten konak işletmecileri de dahil, dört esnafın dördü de olaydı yani. Üstelik biri emekli tarih öğretmeniymiş. Otantik eşyalar satıyordu. Yanımdaki bir abla bunlar gerçek gümüş mü diye sordu, esnaf bayan o ablayı dövecekti neredeyse. Benim dükkanda sattığım alışı 1,5 lira olan, 5 liraya sattığım denizkabuğu bileklikler (egede bile 6-7 liraydı) bu dükkanda 20 liraydı.
Herşeyi gerçekten olduğu gibi yazdım. Yoksa gezilerde hep olumlu yönden bakmaya, tat almaya çalışırım ama sadece ben değil herkes aynı kanıdaydı dönerken.

Gülen Tezer dedi ki...

Sesi'm; bloggerın güvü işte bu :) Güzel bir yazı olmuş (sakın bana takılmaya kalkışma :P)
Sen Safranbolu'mu da seversin kesin. O onbeş kişilik grubu Safranbolu'ma da göndermek isteriz :)