Sayfalar

30 Ağustos 2009 Pazar

Thermage Yaptırdım, Gençleşiyorum Sanırım...

Tatilde gittiğimiz otel SPA-Thalasso oteldi. Geçen yıl da buradaydık ve güzellik merkezinden sadece cilt bakımı ve masaj yaptırarak faydalanmıştım. Diğer sauna, fin hamamı, buhar odası vs... hizmetleri zaten ücretsizdi. Geçen yıl merkezin müdürü olan bayan, cilt bakımı sırasında thermage tedavisini çok övmüştü, fakat hiç duymadığım için yaptırmak konusunda çekimser kalmıştım. Üstelik geçen yıl metal allerjimin had safhada olduğu zamanda tatile gitmiştik. Değil bir metalle haşır neşir olmak, görmeye tahammül edemeyecek kadar tiksinti gelmişti. Aletin vücuda uygulanan başlığı da metaldi ve bu beni tedirgin etti. Sonrasında doktoruma sordum, medikal aletlerde nikel sülfat kullanılmaz, rahat ol, dedi.

Bu yıl havuza ilk gittiğim sabah, sabah sporundan sonra yapılan duyuruda aktivitiye katılanlara otelin içindeki anlaşmalı güzellik merkezinin   thermage denemesi yapılacağı söylenince, yaptırmasam da yaptıranları bir görürüm, diyerek salona gittim. Öylesine gittiğim salonda 2 saat kaldım. Bu yılki müdür değişmiş. Çok daha hoş,bakımlı bir bayan gelmiş yerine. Geçen yıl bana merkezi ve yaptıklarını öven bayan tombul, bakımsız biriydi. Doğal olarak içimden "sen önce kendini düzelt" dedim gitti (çok ayıp ama öyle n'apayım). Bu yılki bayan 46 yaşındaymış ki; inanılmaz genç ve süper görünüyordu.

Cilt analizi sonucunda doğal olarak gözeneklerimin dolduğu, yoğun cilt bakımı gerektiğini söyledi. Bununla birlikte cilt yapımın çok güzel olduğunu, çok şanslı olduğumu (hehe bu arada eşiniz de çok şanslı dedi), kolajen dokumun hala çok esnek ve iyi durumda olduğunu söyledi. Bu arada genelde kendimi bildim bileli tüm çevremden cildimle ilgili güzel sözler duyarım da, uzmanından bunu duyunca daha bir mutlu oldum. Siz kolay kırışmazsınız ve gıdınız da olmaz, dedi.

Neyse sıra vücuda geldi. Kalça, üst bacak ve karın genelde sorunlu bölgelerdir, açın bakiim :) dedi. Baktı, beğendi. Karnınız doğum yaptığınızı yalanlıyor, dedi ve kısaca "taş gibisin" anlamına gelen kibarca cümleler kurdu :) Ben de o zaman şu mimik çizgilerim için yüzüme thermage yapın, dedim. Yüz çalışmayı çok seviyorum, tek seansta çok güzel sonuçlar alıyoruz, dedi. Bunun yanında gözlere kalıcı makyaj yapalım, dedi. Çok ısrar etti, kabul etmedim. Aylık kaş kirpik boyası yaptırıyorum, zaten. 3 yıl gitmesin de 1 ay gitsin dedim. Sonuçta bana yoğun cilt bakımı , oksiterapi ve thermage  içeren bir fiyat çıkardı. Fiyatlar da dışarıda yaptırabileceğimin 1/3 ü oranında ucuzdu.

Bu gazla sponsorumla görüşmek üzere salına salına yemeğe gittim. Yemekte eşimle buluştuk ve yüzümü ütületme onayını alıp merkeze gittim. Randevumu alıp akşam odaya çıkmadan uygulamayı yaptırdım. Cilt bakımı sonrası yaptırdığım oksi terapi sırasında oksijen maskesi de taktılar. Geçen yıl takmamışlardı. Sordum. Vücudunuza içten de oksijen veriyoruz, dediler. Sonrası yüzüme thermage yaptılar. Hatta bayan önce yarısını yapayım aynaya bakıp farkı görün,dedi. Yok, sürpriz olsun, dedim. Soğutucu bir jelle birlikte radyo frekansları veren aleti yüzümde 1 saate yakın gezdirdi. Karnıma denemek için yaptığında ısı ve çok az acı hissetmiştim, yüzde hiçbirşey hissetmedim. Zaten her ihtimale karşı elinize acı duyduğunuzda basıp, uygulamayı kesecek ve estetisyeni yönlendirecek bir cihaz veriyorlar.

Gerçekten ilk bakışta bile farkedilebilecek derecede güzel oldu. Asıl sonucu verdiğim linkte de yazdığı gibi 5-6 ay sonra görecekmişim. En güzeli de 4 yıl kalıcıymış. Şimdi de bana mı öyle geliyor bilemiyorum ama gün gün yüzüm yukarı doğru çekiliyor gibi hissediyorum. Tatil, güneş sonrası gelince yaşadığım cilt problemlerim bile yok, pırıl pırılım, oksijenden dolayı bronzluğum da giti ama zaten ben yüzümü beyaz, bembeyaz seviyorum.


Konuyla ilgili araştırma yaparken Figen Batur'un bir yazısını okumuştum. Her konuda uygulamayı yapanlardan çok yaptıranların düşünceleri daha önemli benim karar vermem için. Tekrar aradım, buldum. Buyrun okuyun.

3 akşamdır iftar iftar geziyoruz. Birazdan evden çıkacağız. Hepimize mutlu, huzurlu, şifalı iftarlar diliyorum.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bıdık Zilli'den Korktu:)

Bıdık komşumuzun köpeği Zilli'yle ilk kez geçen gün tanıştı. Bıdık bu eve geldiğinde Zilli yazlıktaydı. Hepimiz merak ediyorduk karşılaşınca ne yapacaklarını. Zilli diğer köpekleri hiç sevmiyor. Kedileri çok kıskanıyor. Üstelik çok yaşlı, normal köpek yaşama sınırını şu an geçmiş durumda ama sevgiyle yaşıyor. Kulakları bile az duyuyor. Dişleri dökülmüş. Neyse işte, sahibi bize kahve içmeye gelmişti, eve dönerlerken karşılaştılar. Kendinden büyük köpeklere kafa tutan Bıdık Zilli'den korktu :) Zilli'yi pek sevmeyen eşim "onun köpek olduğunu anlamamıştır, ecinni mi cücünnü mü nedir demiştir", diyor. :) Ben de bu anı kaçırmayayım diye, camdan çektim onları...

Kuyumcu...


Vaktiyle bir bilge hoca,yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini ölçmek ister.

Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:

"Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.

İlk önce bir bakkal dkkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği neneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm."

Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...

 

ALINTIDIR.

28 Ağustos 2009 Cuma

Püsküllü Peçete Halkalarım...

Bu peçete halkalarını kışın yapmıştım. Yılbaşında Ankara'dan masa örtüsü kumaşlarını alırken alta desenliyi, üzerine kırmızıyı runner şeklinde yapmayı düşündüm. Sonra suplalarla kullanacağım için, runnerların enini çok geniş tutmam gerekti. Bu sefer de aralarda hemen hiç pay kalmayacaktı ve çok kalabalık geldi gözüme. Ben de vazgeçip, kırmızıdan da ayrı bir masa örtüsü diktim. Kalanlardan da peçeteler oldu. Desenli kumaştan kalan azıcık kumaşı da peçete halkası olarak değerlendirdim.
Püsküller dantel avizemde kullandıklarımın devamı. Aydın Örme' den komik bir fiyata almıştım. Hala 5-10 tane var. Suplalarıma uysun diye deri görünümlü düğmeler kulandım. İçindeki halka kağıt havlu rulosu. Halka şeklinde kestikten sonra halkaları kesip çapını daralttım. Tuvalet kağıdı rulosu kullanmayı sevmiyorum, o nedenle böyle yaptım. Tabii kamera arkasında sevgili, emektar silikon tabancam var :) Masadaki görüntüleri burada...

27 Ağustos 2009 Perşembe

Sevgili Günlük- Ben Hazırıııım :)

Saat 17:00 itibarıyla işim bitti. Duşumu aldım, giyindim, süslendim. Ben hazırım.
Masamı öğlende açtım, yavaş yavaş aklıma geleni koydum. Bu fotoğraflar öğleden sonraya ait.
Masaya yoğurtlu semizotu, göbek salata ve mücver eklenecek. Mücveri hazırladım, saat 19:00 dan sonra kızartacağım. Biftek ve kaşar-mantarlar fırında onları da aynı saatte pişirmeye başlayacağım. Çorbamı yaptım, erişte pişecek yine o saatlerde. Az önce eşim tatlıları getirdi, onları da tabaklara koyacağım, biraz oyalanayım derken bu post çıktı ortaya.
Herkese mutlu iftarlar diliyorum. Klasik anaokulu bebesi yemek duasıyla konuyu bağlayayım. Yediğimiz can olsun, içtiğimiz kan olsun, hepimize afiyet olsun. Allahımıza şükürler olsun... Güncelleme: Bıçağın yeri yanlış olmuş, sonra düzeltmişim ama(bknz. ilk foto) bu fotoda yanlış koymuşum. Gülenim Bayanım cin gibi,farketmiş :) Ben ettim siz etmeyin :) Yazmasam çatlardım...

Peçete Dekopajı Tepsim...




Bu miniş tepsim yaklaşık 8-9 yaşlarında. Deprem sonrası delirmemek için gittiğim ahşap boyama kursu sırasında, kursta yaptıklarımla yetinemeyip evde boyamıştım. İlk peçete dekopajı denememdi. Peçete de taaa çocukken kardeşimin yaptığı peçete koleksiyonundan tırtıklama :)


Yağ yeşili boyayıp üzerini doreyle eskitme yaptım. Desenli kısma henüz tutkal ıslakken toz simler döktüm. Fotoğrafta belli olmamış.


Fincanları kardeşim doğum günü hediyesi almış.
Akşama iftar davetim var. 1 saat önce kalktım. Yüzümü yıkayıp aşağı indim. Ahududu kompostosu kaynattım, yoğurtlu semizotu salatası yaptım. Bir sürü işim var ve ben oturmuş post yazıyorum. Rezil ben. Yatağımı bile toplamadım. Dün akşam iftardan sonra bahçede çay içerken yaprak sardım. Gece geç vakite kadar oturup ufo sandığımız gök cisimlerini inceledik, depremi konuştuk, gergin uyudum biraz.

Neyse, menüde yoğurt çorbası, mücver, fırında soslu biftek(benim özel tarifimdir), kremalı patates, erişte (gerçek ev yapımı), ortaya da kiremitte kaşar-mantar, közlenmiş kırmızı biber, semizotu salatası, göbek salata ve bilimum iftariyelikler olacak işte... Tatlıyı eşim alacak. Bu misafirlerimiz buranın tatlılarını pek seviyorlar yoksa güllaç yapacaktım.

Evet ben artık başlayayım...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Dergilerden Yaptım 4...

Önizlemesini burada yaptığım yeni dergi sayfası geri dönüşümüm. Yeni demeyelim de en son aslında. Önizlemeyi yayınladığımda yeniydi. Bunu kendim kullanıyorum. Bu sefer silindir kutu değil köşeli karton kutu kullandım. Ona göre kendimce simgeler çalıştım. Kuş tutkumu çoğunuz bilir. Ev silüetini hep sevmişimdir. Kendimi bildim bileli, elime kağıt kalem alınca, kendilmi ev, çiçek, göz çizerken bulurum.Keçeden göz yapmak ürkünç geldi, onu çıkardım. Matruşkayı anaçlığı sembolize etmesi amacıyla yaptım, bir de itiraf edeyim, ne zamandır keçe matruşka çalışmak istiyordum.Üstelik yüz kısmına delik açıp, içinden sarı kumaşı pörtlettim, çok manalı oldu yüzü :)
Matruşkamın önlüğü Laçin' in gönderdiği tunik kumaşının artanlarından.
Eh püskül zaten yıllardır imzam oldu. Yo yolar da olma yolunda :) (pek açılımlı bir imza oldu)
Bak açılım deyince, aklıma Kürt Açılımı geldi yine. Sinirlerim zıpladı. Türk-Kürt Uçurumu dense daha iyi olur sanırım...
Yapılış aşamalarının olduğu link burada ve diğer dergi sayfası değerlendirme çalışmalarım da burada...
Olay mahallinden anlık bir görüntü.
Burada taktığı Hamiş Çanı'ndan bahsettiğim kuzenimin Bodrum'da yazlıkta fonda benim onlara yaptığım aksesuarla verdiği pozu görmektesiniz. Akşam facebookta gördüm, gurur oldum :)
Hamiş: Nasıl yaptın? diye sormadan önce lütfen verdiğim linke göz atın. Aşamalarıyla orada anlattım.

23 Ağustos 2009 Pazar

Sponge Bob Tepsilerimiz...

Bu tepsileri 3 yıl kadar önce oğluma boyamıştım. Fotoğrafları geçen haftalarda çektim. Hala iyi durumdalar gördüğünüz gibi. Zemini buz maviye boyayım üzerine çıktı aldığım Sponge Bob figürlerini dekupe ettim. Kenarlardaki tamamlamaları fırçayla yaptım. Uzun gelen ayakları tepsinin dışına doğru yapıştırdım, daha esprili oldu. Çift figürlü olan minik bir tepsi, diğeri 2 boy büyüğü.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Stil Direktörü'ne Tasarladığım Çanta...

Hani Önizleme 2 demiştim ya; hani sizler de merak etmiştiniz ya...
İşte bu çanta yanında benim kaçıncıyı yaptığımı hatırlamadığım, kuşlu kapı süslerimden biriyle beraber emek, kıymet, değer bilen birine; Stil Direktörüne gitti geçtiğimiz haftalarda. Onun da kişisel blogu dışında satış yaptığı Stil Pazarı adlı bir blogu ve isteyene ücretsiz tema hazırladığı Modasal Mevzular adlı bir blogu daha var.
Bu konuyu açmışken bir itirafta da bulunmak istiyorum. İçim rahat etmiyor başka türlü. Stil Direktörü'nü yani Eda Suner' i 10 Marifet aracılığıyla tanıdım. O zamanlar blogum yoktu, Takı Kulübüm vardı ve açıkçası blogları çok ziyaret eden biri değildim. Gözüm de takıdan başka birşey görmüyordu, dolayısıyla kendisiyle öyle çok yakın olmadık. Çok takip etmezdim. Olmamayı da tercih ettim açıkçası. İşte itiraf kısmı burası. Çünkü o zamanlar bloguyla ilgili tartışmalar, söylentiler, şunlar,bunlar ve bir de üstüne onun sürekli canım cicimli, şekerimli konuşmaları bende bir önyargıya sebep olmuştu. Sonra Craft Woman olarak tekrar döndü ve ben onun o olduğunu bilmeden 10 Marifette yayınladıklarıyla, yazılarıyla yorumlarıyla çok sevdim. O kadar sevdim ki blogundaki uzun süren sessizlik dikkatimi çekti. Keşke gitmeseydi, dedim. Sonra yine 10 Marifette Craft Womanın Eda Suner olduğunu okudum. Bu sefer kendimi hesaba çektim. Önyargılarımdan arınmam gerektiğine inandım. Sonrası Nalan ablayla kendisiyle ilgili 1-2 özel mesajlaşmamız oldu. Kendisi Eda'yla ailecek görüşüyordu ve Nalan ablam hem hemşehrim, hem değerli bir büyüüm olarak yeterince iyi bir referanstı. Sonrası Stil Direktörü diye bir bloga takıldı gözüm. Bu blog kalabalığında ışıl ışıl parlayan bir blogdu. Sonrası yaptığım yorumlara cevaben, kibarca mesajlar aldım Eda'dan. Mesajlarından birinde bana güvenerek, inanarak kimliğini açıklamıştı. İşte o an daha da içim ısındı. Bu kızın içinde kötülük arayan insanlara diyorum ki; boşuna aramayın, ben aradım, gerçekten aradım, bulamadım. Olduğu gibi, cıvıl cıvıl, enerji veren, haksızlığa, aptallığa ve aptal yerine koyulmaya gelemeyen, marifetli, becerikli, kıymet bilen ve bilinmesini de doğal olarak bekleyen, gerçekten özünde mükemmel bir insan. Onun güzel hitaplarına layık olmayanlar var, sırf bu yüzden adsız, kimliksiz, saldırgan yorumlarla hala onu yıpratmaya çalışanlar var. Bırakın Allah aşkına. Ben onu bu haliyle tanıdığım için çok mutluyum. Önyargılarıma uzun süre kulak asmadığım için çok mutluyum. Sadece Eda için değil, sanal dünyada kimseye önyargıyla yaklaşmamam gerektiğini ben onunla öğrendim. Nasıl bakarsak öyle görürüz tüm çevremizi, insanları. İnsanların birbirine hep ihtiyacı var ve olacak. Bu güzel dünyayı salakça ihtiraslarımızla, kıskançlıklarımızla yaşanmaz hale getirmek çok kolay ama öyle bir dünyada yaşamak zor. İyiyi, güzeli tercih edelim, mutlu olalım.

Sevgili Günlük- Tatil Gitti, Ramazan Geldi...

Tatilden kalan birkaç foto daha... Erkekim benim :)
Su yatağında güneşlenme olayını iki yıldır keşfettim. Şimdi sezlongda, minderde pişe pişe yatacağına su yatağında havuzda yatarak serin serin ve çok güzel yanılıyor.
Biz Ramazan arifesi döndük. Şirince'ye ait fotoğraflar kaldı, onları da bir sonraki postta yayınlarım. Dün orucun ilk günü münasebetiyle biraz sersem geçti. İkindiye kadar süperdim ama sonraki klasik baş ağrısı her sene olduğu gibi yine oldu, ki ben buna çaybaşım tuttu :) diyorum. Gerçekten de açlık,susuzluk değil de kafeinsizlik başıma vuruyor. İftar sonrası komşumun verandasında su gibi çay içip, 1 saat yürüyelim, diye sözleşip, üstbaş değişmeye eve girip kendimi kanepede sızmış buldum.
Sahurda kendime sert bir espresso yapıp yemek üstüne içtim. Şu an itibarıyla bomba gibiyim.
İlerleyen günlerde yine bol yemekli postlara hazır olun. Ramazanda ben içimdeki aşçıyı çıkarıyorum ona göre :)
Herkese hayırlı Ramazanlar, oruç tutanlara kolaylıklar ve ibadetlerimizin, dualarımızın kabulunü, sadece aç kalanlardan değil, maddi-manevi arınanlardan olmamızı tüm kalbimle dilerim.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Sevgili Günlük- Yaramaz Günlük...

Çok suçluluk duyuyorum nedense... Hatta bir de suçluluk duymamdan ötürü de suçluluk duyuyorum kendime karşı. Blogum yemek blogu olma yoluna doğru gidiyor, hadi bunu geçtim iştahım bir açıldı sanırım 2 kilo almışımdır son bir haftada. Yemeyeceğim derken sürekli birşeyler yer buluyorum kendimi. Zaten 2 aydır pilatesi de bıraktım. 10-15 dk.lık birkaç sırt ve karın egsersizi dışında eskisi gibi aşkla, devamlı yapamıyorum. Hele topu, lastiği,matı ortadan bile kaldırdım. Halıda ya da yatakta birkaç nefes, sırtımı açıp bitiriyorum. Karnım hep içeride ama hala :) Sanırım uyurken bile içeride, buna çok seviniyorum işte... Neyse pilates konuşmak, yazmak yapmaktan kolay ya lafım bitmez, burada keseyim. Fotoğraf makinam hobi odamdan indi heeep mutfakta durur oldu. Yaptıklarımı yayınlamaya bile üşeniyorum. Kış gelse de eskiye dönsem diye düşünmekteyim hatta. Hayat lay lay loom geçer oldu. Oysa bana böylesi yaramıyor. Cuma sabahı yola çıkacağız. Bir dünya işim var. Bu sene geç kaldık rezervasyona 5 günlük yer bulduk. 5 ile 7 gün arasında çok fark varmış gibi hissedip valiz hazırlamayı bile son güne bıraktım. Amaaan 5 gün nasılsa, dedim herhalde. Eskiden olsa bir hafta kala valizleri ortaya çıkarır, gelip geçerken doldurururdum içini. Ya ben yılların birikimiyle pratik valiz hazırlamayı öğrendim ya da 5 gün dediğin nedir ki 5 dk.da geçer mantığıyla sallanıp duruyorum. 3 gündür dip boyatmaya gideceğim diyor bahçede çay içer buluyorum kendimi. Yarın artık son gündür, mecburen gideceğim. Tatil alışverişi bile yapmadım bu sefer. Bundan eşim karlı çıktı sanırım. Bugün oğlum mayosunu giydi, aaaaaa boxer kadar kalmış koca mayo. Çocuk büyümüş. Artık yoldan falan alırız yeni bir tane dedik. Terliklerini giydi evvelki gün, daha doğrusu giyemedi. 39 numaraymış, geçen yılki terlikleri. Şimdi 41-42 giyiyor.
Dün ona terlik aldık, ben de dayanamayıp yine bir ayakkabı aldım, pek sevdim, rengarenk, cıvıltılı birşey. Dün burada biryere ev makarnası, katlama siparişi vermiştik. Bu akşamüstü geldi siparişler. Hayatımda o kadar katlamayı birarada görmemiştim. Kayınvalideme, komşuya, anneme, vs... böldüm hala çoklar. Makarnayı tatile giderken serip bırakacağım. Gelinceye kadar kurur. Yemekten sonra çıkıp makarna için bez torba diktim. Keçelerimi aldım, kestim, biçtim, tam dikerken yürüyüşe çağırdılar. Yine şeytana uyup, ardımda garip garip bırakıp gittim cicilerimi ve yayıntılarımı. Yarın akşam fırsat bulursam annemleri görmek te istiyorum. 1 haftadır Bodrum'daydılar. Biz de gidersek kaç gündür görememiş olacağım. Giderken kaza da yapmışlar zaten, neyse ki maddi hasar dışında birşey yok ama ödleri kopmuş.
Şimdi ben bunları niye yazıyorum? Kime ne faydası var? deyip, postu yollamaktan vazgeçebilirim çoğu zaman yaptığım gibi. Olsun Sevgili Günlük ben sana eskiden olduğu gibi kalemle yazıyorum farzet, ben öyle farzedip rahatlıyorum günlük rapor verince. Defteri kapatıp, canım sıkıldıkça açıp açıp okumak çok güzel oluyor ya sonra, ondan işte bu yazış merakım biraz da. Kaynak Eeeee ben bu postta keçe aksesuarlarımı ya da geyik sütü mantarımı ya da kendi yaptığım peçete halkalarımı yazacaktım. Bak yine beni baştan çıkardın Pek Sevgili ve Yaramaz Günlük... Kaynak

11 Ağustos 2009 Salı

Sevgili Günlük- Fırında Etli Biber Dolması...

 
(fotoğrafa tıklayın büyüsün)
Dünkü hoşkıran kavurmasının yanına bizim akudurşiş dediğimiz ezme fasulye ve etli dolma yapmıştım.
Etli dolmayı son 3 kezdir fırında yapıyorum. Tam bizim sevdiğimiz gibi pirinçler hafif diri, üstü kızarık, tadı içinde oluyor. Böyle seviyorsanız siz de deneyin. Fırına vermeden önce üzerine biraz yağ gezdirip, rendelenmiş domates ve sıcak su ekledim. 180 derecede 30 dk.pişirdim. Pişme süresi bitince de fırının içinde bıraktım. Tam kıvamında pişti.
       İçim artınca yeşil dolmalık bibere kabak ve kırmızı biber de ekledim. Fırın kabıma sığmayanları ayrı bir fırın kabına koyup dondurucuya attım. Böyle herşeyin yarısını dondurucuya atıp Ramazanda acil durumlar için mühimmat biriktiriyorum :)

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Sevgili Günlük- Hoşkıran=Hoşveren=Faşfaran + Taze Kişniş


       Yörelere göre hoşkıran, hoşveren, faşfaran gibi adlarla tanınan bu otu ilk kez komşumun sayesinde geçen yıl tatmıştım. Bu yıl da hemen hemen her çay faslımızda hoşkıran kavurması yapıp getiriyordu. Kendiliğinden, yabani ortamda çıkan bir ot türüymüş. İnternetten araştırdım, meğer pek meşhurmuş bu lezzetli ot. Sanırım Karadeniz' e özgü bir tat. Bizde kaldirik denilen, nette hodan diye karşılığını bulduğum otun tadına çok benziyor. Haşlandığında aldığı renk olağanüstü. Yaprakları ayıklanıp, sadece tepesindeki taze yaprakları ve uzun gövdesi bırakılıyor, haşlanıyor ve zeytinyağ veya tereyağla sarımsakla kavruluyor. Yemelere doyulmayan bir lezzeti var. Ispanağın 20 katı demir içerdiği söyleniyor. Haşlanıp, zeytinyağ, sarmısak, sirke ve limonlu sos dökülerek salatası da yapılıyormuş. Ben her zamanki gibi kendimden birşeyler kattım. Haşlayıp sarmısakla kavurduktan sonra çırpılmış yumurtayla pişirdim ve bize özgü bir ot olan ve onsuz yemek düşünemediğim ahusko dediğimiz taze kişniş te kattım. Taze kişniş hakkında bakın Cafe Fernando  ne yazmış:

       Bu arada ufak bir not, eğer daha önce taze kişniş tatmadıysanız almadan önce kutusunu açıp bir koklayın (Migros, Tansaş ve Makrocenter gibi marketlerde şeffaf sert paketlerin içinde satılıyor). Hatta öyle anlamayabilirsiniz, bence çaktırmadan da bir yaprak koparıp ağzınıza atın.
       Taze kişniş insanların ya çok sevdiği ya da hiç sevmediği bir bitki. Kimse arada derede değil. Nefret edenlerin bu nefreti o kadar güçlü ki Facebook’ta 1735 üyeli “I Hate Cilantro” (Taze Kişnişten Nefret Ediyorum) adında bir grup bile kurmuşlar. Bu grubun 2615 üyeli bir websitesi bile var! Sonra uyarmadı demeyin.
Görüldüğü üzere ben çok sevenlerdenim. Baktınız tadı ters geldi, yerine rahatlıkla maydonoz da kullanabilirsiniz.

       Taze kişnişi sevmeyenler meşhur o....ruk böceğine benzetirler kokusunu :) Oysa ben bu ot yüzünden o...ruk böceği kokusunu bile severim. Hatta bir keresinde elektrik süpürgesine o...ruk böceği çekmişim. Ev buram buram ahusko kokmuştu :)

9 Ağustos 2009 Pazar

Sevgili Günlük- Mudo'dan Yemek Takımı

       Bu seramik yemek takımlarını geçen hafta günlük kullanım için Mudo'dan aldım. 59.50 liradan 29.50 ye düşmüştü. Hala da öyle. Ben alırken birkaç günlüğüne ücretsiz kargo kampanyası vardı. Taşımaktansa netten sipariş verdim. Ertesi gün elime geçti. Devasa bir paketteydi her zamanki gibi. Eşim mobilya mı aldın? dedi. 4 kişilikti, 2 takım aldım, 8 kişilik yaptım. İki takım bir takım fiyatına geldi. Bir haftadır kullanıyorum.


Sipariş verecek olanların dikkatine...
      Sipariş sayfasında adet belirtilen kutuya istediğiniz 1 üzeri sayıyı yazınca bazen uyarı veriyor. Sipariş adedini sayıyla çoğaltmak yerine ayrı ayrı istediğiniz kez "sepete at" şeklinde çoğaltın. O zaman sistem kabul ediyor.

7 Ağustos 2009 Cuma

Sevgili Günlük- Samsung NC10 Netbook...

Dün bizim 15. evlilik yıldönümümüzdü. 3 gündür hararetli bir şekilde gece-gündüz misafir ağırladım. Yaptığım işlerden çok sıcak yordu beni. Dün sabah kahvaltımızı yaparken kapı çaldı. Kargo gelmiş. Eşim bana bu oyuncağı almış :)
Hem minik, hem beyaz, hem boyundan büyük özellikleri var. Piyasada 3 rengi var. Diğer seçenekleri siyah ve lacivert. Ben beyaza hasta oldum. Klavyesi de antibakteriyelmiş. Touchpadi biraz dar geldi ama alışırım zamanla. Sığamıyorum, parmaklarım space bara doğru açılıyor eski alışkanlıktan.
Zavallı, emektar laptopum son zamanlarda iyice ağırlaşmıştı, sürekli resetlemek zorunda kalıyordum. Bu eşyalara duygusal bağlanma halime sinir olsam da engel olamıyorum. Eski laptopuma bakıp bakıp suçluluk duymaktayım. Sık kullanılanlarımı yeni netbookuma aktarmam gerek ama yok; laptopuma dokunamıyorum. Buna da dün hiç dokunamadım. Paketi açtım, sevindim, zıpladım ama işim çoktu. Oğluma al, kurcala, birşeyler yükle görevi verdim. Akşam da son misafirlerimi yollayıp mutfağı toplamaya giriştiğim anda eşim geldi. Üç günün yorgunluğuyla üstümden tren geçmiş gibiydi. Hadi biryerlere gidelim, dediğinde o yorgun, bitkin kadın koşa koşa gidip giyinip, süslenip 20 dk. içinde hazır olabildi:) Saat 20:30 oldu bu arada...Sapanca'ya gidelim dedik, sonra Alaşara aklıma geldi. Hem daha yakındı. Gece eve dönerken yorgun ama mutlu o kısacık yolda uyumuşum bile...
Haftaya da doğumgünüm. (13'ünde) Düğün günümüz için tarih seçerken bir 6 Ağustos bir de 13 Ağustos seçenekleri sunulmuştu, düğünümüzü yapacağımız yerden. Ben de eşim bir taşla iki kuş vurmasın diye, doğum günümde düğünümüzün olmasını istememiştim. Şimdi Ağustos'un yarısı şenlikli geçiyor. Diğer yarısı da genelde tatilde oluyoruz. Seviyorum Ağustos'u. Güzel ay, cici ay. Bugün çok şey yapmayı planlayıp hiçbirini yapmadım. Oyuncağımla oynadım. Kişiselleştirdim. Şimdi tam benim oldu. Laptopum hiç olmadığı şekilde kapağı kapalı bir kenarda duruyor. Bakıp, gözlerimi kaçırıyorum. Habertürk'te Adnan Oktar yapmacık ve boş boş konuşuyor. Cüppeli Ahmet'ten iyi rating alan Habertürk, şimdi de bu adamcağızı konuk etmiş. Baktığımda bile tüyleirm diken diken oluyor. Ön yargılarını aşamıyorum dinlerken. Dinimi de, dilimi de rahat bıraksınlar istiyorum. Ramazan da geliyor. Yine dönüp dolaşıp orucu bozanlar, bozmayanlar hakkında konuşan Ramazan hocaları döner kanallarda. Ramazanı maneviyat depolamak adına çok seviyorum. Bence yılda iki kez ruh ve beden detoksu gerekli. Benimki şahsen 11 ay dayanmıyor. Bahar geldi mi boşluyorum biraz maneviyatı. Kandillerle ite kaka Ramazana sağ salim yetişiyorum. Herkese mutlu hafta sonları diliyorum...

4 Ağustos 2009 Salı

Sevgili Günlük- Tavşansuyu...

Pazar günü sitecek Tavşansuyu'na balık yemeye gittik. Oradan kareler...



Su değirmeni ve asma köprü çok güzel görünüyordu. Aşağıdan buz gibi akan nehir renk itibarıyla biraz ürkütücüydü ama etrafta yeşilin her tonu vardı.

Köprüden çocuklar gibi defalarca geçtik ama çocukları geçirmedik :) Yukarıdaki fotoğrafı yürürken çektim, yine de çok güzel çıkmış. Özellikle ağaca vuran akşam güneşinin yansımasını çok sevdim.

Yemek sonrası, manzaraya da doyunca okeye oturduk. Ağaçların altında, suyun yanında serin serin okey oynadık.
Akşam da erkekler duvardan maçı izlerken biz okeye devam ettik. Çoğunluğun Fenerbahçeli olması sebebiyle pek bir mutluyduk :) ( Bu arada ben Beşiktaş'lıyım )


       Bu akşam da Osmanlı Cumhuriyeti'ni izledik ama pek bir yavandı. Vizyondayken kaçırdığıma üzülmüştüm ama para verip gitmeye değmeyecek kadar tatsız, tuzsuz bir filmdi. Başı ve sonundaki birkaç dk.lık kareler hariç... Yarınki planda Kanlı Elmas var.
Film sonrası erkekler memleketi kurtarırken, biz de bahçede Funda Arar eşliğinde, 6 bayan yarın bana gelecek ortak arkadaşımız için yaprak sarması yaptık. Süperiz :) koca bir tencere sarmayı o kadar kişi olunca yarım saatte sardık, bitirdik. Yarın da yiyeceğiz. Ben film öncesi kalbura bastı ve jöleli tavuk göğsü yaptım. Yarına salata ve sıcaklar kaldı.